Pek çok ünlü markanın, pek çok taklidi var. Hemen hemen her gün çarşıda, pazarda; bizler gibi Şişli, Mecidiyeköy, Bakırköy, Kadıköy ya da benzeri gün içi insan trafiği inanılmaz sayıda olan ilçelerde oturanlar sokakta bile çeşitli ürünlerin taklidini görürler.
Peki neden taklit ürün yapılır ve atılmaya çalışılır. Bu notada taklit ürün yapmaya ya da satmaya çalışan grubu ikiye bölelim.
Gerçekten buradan gelecek ekonomik girdiye ihtiyacı olan ve başka bir şansı olmayan grup,
Organize şekilde davranan, yüksek kapasitede ürün çıkartabilen ve daha ötesinde sadece taklit edebilmek için trendleri takip edenler.
Tasvip etmediğimizi net olarak belirttikten sonra, yazının hedef kitlesinin 2. Grup olduğunu söyleyelim.
Bu ikinci grubun büyük çoğunluğu Çin başta olmak üzere uzak doğuda “üretim yaptıran” yani bildiğiniz sermaye sahibi ya da ülkemizde belli kapasitede bir üretim organizasyonuna sahip insanlar.
Hatta bazıları öncesinde “markalara” fason üretim yapan kişiler.
1998’de Yves Saint Laurant Türkiye’ye bir organizasyon için geldi ve kendisi dolaştırılırken çok duyduğu Sultanhamam ‘a gitmek istedi. Burada askıda gördüğü kendi!!!! mallarının kalitesi nedeniyle tansiyonu düştü, bayıldı ve hastaneye kaldırıldı.
2010 yılında patent -Ar-Ge konusunda düzenlediğimiz bir eğitimin kahve arasında, bir bisküvi – çikolata firmasının Ar-Ge müdürü “Bana ambalajlarımızın taklit edilemeyeceği bir sistem getirin, size açık çek !” demişti. Düşünün adam ne kadar bunalmış. Üstelik gıda gibi kendine özel bir kodeksi olan, perakende zincirine giremediğiniz sürece yeterince kar bırakmayacak bir alandan bahsediyoruz. Taklitçilerin sermaye ve operasyon gücü, aslında yeni bir asıl marka çıkartabilecek düzeyde.
Yaklaşık 20 yıl önce Yeşilköy pazarında YSL, Guess, Chanel, LV taklidi cüzdan çanta satan bir pazar tezgahına gelen kadın (bugünün alım gücüne göre söyleyelim 20 -25 TL) fiyatları ve markayı net olarak görmesine rağmen, oğlum bunlar gerçek mi ? diye sordu. Bu satırların yazarı bunu kulakları ile duydu.
Marka özellikle de ulusal ya da yerel pazarda öne çıkan ve doğal olarak ortalama 6-7 yıl + süredir piyasada olan markalar, belirli bir hayat tarzı ya da tüketicisine sağladığı net avantaj vaadini oturtmuş markalar oluyor.
Bu markaların bu vaatlerine ulaşmak ya da ondan faydalandığı imajını vermek isteyen ama maddi gücü bu markaların orijinallerine yetmeyen insanlar da dönüp taklit ürün alıyorlar.
Ben açıkçası pazarda 20 TL’lik cüzdanın gerçek olup olmadığını soran kadının ne buna inanarak sorduğunu ne de aldığı evet abla cevabına güvendiğini düşünüyorum. Herkes durumu net olarak farkında.
“Tüketici olarak bizim de büyük kabahatlerimiz var. Almayın canım” diyen olabilir.
Ama bize ulaşmak zorunda olduğumuz bir hayat modeli dayatılıyor. Model sahipleri için maksimum kar üzerine kurulu. Bu nedenle de biz tüketiciler için modelin temel dinamiği, daha çok tükettirmek. Geldiğimiz noktada herkes standart bir Amerikalı kadar tüketmeye başlarsa, bize 8 tane daha dünya gerekiyor.
Burada insan ırkı olarak bize düşen 2 yol var.
Birinci yol, böyle devam edip 8 gezegen daha bulmak!
İkinci yol, kendimize gelip, yerküredeki herkesin derdinin kaynakları doğru ve olabildiğince eşit kullanarak paylaşabileceği bir sitem kurmak.
Bu 2. Yol biraz hayal kurmak gibi duruyor. Ama henüz hayal kurmak için fatura ödemediğimiz güzel zamanlardayken, bir hayal de ben kurayım.
Dünyanın bütün markaları birleşin ve bize, sizin ürününüzü kullanırsak benzerimizden “daha güzel, daha uzun, daha kısa, daha prestijli, daha parlak, daha … “ olmamıza gerek olmayan vaatler satın.
Aksi taktirde şu anda sattığınız vaatleri satabileceğiniz bir gezegen de kalmayacak . Bazılarının büyük şef Oturan Boğa’ya atfettikleri ama galiba anonim olan ” Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda işte o zaman beyaz adam paranın yenmediğini anlayacak”