Aşağıda yer alan tabloda Türk Patent Kurumu’nun oluşturulup göreve başladığı 1995 yılından itibaren Türkiye’de yapılan başvuruların dağılımını görebilirsiniz.
Kaynak: Türk Patent Enstitüsü web sitesi.
Hayır bu sefer bizde 20.000 Japonya’da, ABD’de, Kore’de yüzbinlerce; son birkaç yıldır da Çin’de milyonla ifade edilen sayılarla başvuru yapılıyor yazısı değil okuyacağınız.
Daha önce de cılız da olsa dile getirilen hatta (Gerçekleşti mi inanın bilmiyorum) bazı yasal düzenlemelere de söz konusu olan patentin ticarileştirilmesi kavramı etrafında bir öneri yazısı olacak bu.
Sanırım internet okyanusunda dalgalarla boğuşup bu yazıya ulaşan herkes, teknolojik gelişmenin yaşanması için patentlerin hayati önem taşıdığı konusunda hemfikirdir.
Zaman zaman kullandığım ve çok sevdiğim bir atasözünü hatırlamanın tam da yeri: “Marifet iltifata tabiidir.”
Şimdi eldeki bilgileri birleştirelim.
Maalesef ülkemizde yapılan patent başvuru sayısı bir ABD, Japon, Çin ya da Kore’nin uluslararası bir şirketinin bir yılda yaptığı başvuru kadar. Hele bunlar içinde Türkiye’de yerleşiklerin sayısını alırsanız durum daha da vahimleşiyor.
İnsanların neden patent başvurusu yapmadıklarına dair pek çok görüş öne sürülmekte. Süreçler çok uzun, başvurular pahalı, ciddi şekilde İngilizce lazım, epeyce teknik bilgi gerekiyor, bu da yetmez pek çok adımı odan süreci takip etmek gerekiyor vs.
Bence bütün bu geçerli sebeplere ek ve belki hepsinden daha önemli olduğunu düşündüğüm bir konu var. Patent alıp ne yapacağız ki?
İşte bu soru bence çok boyutlu ve dananın kuyruğunun koptuğu yer. Özellikle bireysel ve kobi düzeyindeki başvuru sahipleri için meselenin düğümlendiği yer olduğunu düşünüyorum.
Bir fikriniz var, öyle veya böyle dünyada da ilgili alanda uygulamasının olmadığına inanıyorsunuz (Aslında inanç değil de net bilginiz olması lazım ve bu konu da biraz bütçe ayrılırsa kolayca halledilebilir) o zaman bir patent başvurusu yapalım dediniz. Ama neye yarayacak?
Bulduğunuz şey bir ürüne dönüşmedikçe belgeyi alsanız dahi, size mucit olmanın gururu dışında ne verecek?
İşte bu noktada bir patent borsamız olabilse… Üniversiteden, kamudan, teknokent uzmanlarından, vekillerden ve en azından temel bazı sektörlerin temsilcilerinden uluşan bir otorite, bir denetleme kurumu bu patenti inceleyip pazar değeri hakkında bir ön rapor verebilse.
Ve mesela buluş sahibi de bu raporu koltuğunun altına alıp bankalara gitse ve patentini teminat gösterip karşılığında belli bir gelir modeli üzerinden piyasaya göre uygun maliyetli kredi alabilse. Bu kaynakla ürünü ortaya çıkartıp ticarileştirebilmek için gerekli çalışmayı yürütse.
Hatta belki bu otorite, bu denetleme kurumu ticarileştirme kısmı için de gerekli çalışmalar için uzman istihdam etse ve en azından yardıma ihtiyacı olduğunu düşünenler buradan destek alsa.
Bu ya da benzeri bir yapı hayata geçse, patent başvuru sayımız artar mı sizce yoksa yerinde mi sayar?
Kabul ediyorum belki bir şey olur diye niteliksiz başvuru sayısı da artacaktır ama, sayı arttıkça gerçekten değer içeren fikirler de patentle korunmak için daha hevesli hareket edecektir.
Belki bu sistem öyle bir noktaya gelir ki, gerekli yasal düzenlemelerle birlikte daha başvuru öncesi hiç bu kuruma bile gitmeden kendine yatırımcı bile bulabilir.
Belki bu sistemle biraz daha merkezileşen mucit- piyasa ilişkisi daha verimli işbirlikleri doğurabilir. Hatta belki yakın coğrafyamızdan mesela İran’dan, Gürcistan’dan, Azerbaycan’dan fikirler mucitler bu sistemden faydalanmak için bize gelebilir mi ne dersiniz?
Son bir rakamlar bitirelim. İşi bilen uzmanlar yeryüzündeki teknik bilginin %75 – 80 gibi bir kısmının patent dokümanlarında olduğunu söylüyorlar.
Belki de işletmenizde yaşadığınız sorunun cevabı bir patent belgesinde çözülmüş halde bekliyor. El yordamıyla çözeceğiniz mesele nasıl da bir anda zahmetsizce çözülebilir hayal edin.
Bu bahsettiğim şeyin yazdığım kadar kolay halledilemeyeceğini gayet iyi biliyorum ama yine de bir düşünün Türkiye’de patent borsası olsa, iyi mi olur kötü mü?