Girişimci ve iş sahipleri ile yaptığımız sohbetlerde konu ister istemez yurt dışı marka tescillerine geliyor.Girişimci ve iş sahiplerine standart bazı uyarılarımız oluyor. Ürünlerinizi gönderdiğiniz, fuar katılımcısı olacağınız ya da yatırım yapmak istediğiniz ülkelerde markanızı mutlaka tescille koruyun.
Türkiye’de yaptığınız tescil sizi sadece Türkiye’de korur. Gitmek istediğiniz ya da gideceğiniz ülkede de markanızı korumanız lazım. Özellikle yeni ihracata başlayan ya da yurt dışı ile yeni yeni temasta bulunanlar için işler ilk dönem sorunsuz gidiyor.
Zamanla ürünler ilgili ülkede talep görmeye başlayınca da sorunlar başlıyor. Özellikle sadece buradan ürün gönderen, ilgili ülkede üretim yapmayan ya da belli bir yapılanması olmayanlar mutlaka bir partner ile yola devam ediyorlar. Ve genellikle de marka meselesi bu kişilerin yaptıkları nedeniyle bir kaosa dönüyor.
Rusya, Ukrayna, Türki Cumhuriyetler ve özellikle de Almanya’da bu soruna fazlasıyla tanık oluyoruz. Asıl şaşırtıcı olan ise, bizim Türkiye’de büyük diye nitelendirdiğimiz Türk markaları da aynı sebeple dünyanın çeşitli ülkelerinde bu sorunu yaşıyor.
Genelde de şu oluyor: Distribütör, bayii ya da farklı bir isimle sizin ürünleri ilgili ülkede satma ve/veya dağıtma izni verdiğiniz kişi ya da kurum, bir süre sonra işlerin iyi gittiğini görünce sizin markanızı kendi adına tescil ettiriyor.
Maalesef yüksek teknoloji ürünü satamadığımız için de ihraç ettiğimiz ürünler kolayca ikame edilebiliyor. Ve sizden ürün alan kişi ya da kurumlar bir süre sonra almamaya başlıyor. Siz de acaba ne oluyor diye düşünür ve bu dramatik düşüşe sebep ararken, “uçağa atlayıp kendim bir bakayım nedir durum?” diyorsunuz.
Sonra ilgili ülkede girdiğiniz markette kendi markanızı taşıyan ürünleri raflarda görüyorsunuz. Üstelik markette kaldığınız 15 – 20 dakika içinde 3-5 kişinin de sizin ürünleri aldığını görüyorsunuz.
Neler oluyor?
Tam bu sırada telefonunuz çalıyor, çalma sayısının çokluğu sizi tedirgin ediyor ve içinizde bir sıkıntı ile açıyorsunuz. Karşınızda dış ticaret müdürünüz, telaşla size diyor ki;
- Bizim mallar x ülkede gümrükte takılmış.
- Nasıl yani burada raftalar işte? İnsanlar alıyor…
- Patron bilmiyorum son gönderdiğimiz ürünler şu an gümrükte, depoya alınmış.
- Neden ne olmuş?
- Bizim marka tescilli değilmiş, tescilin sahibi gümrüklerde durdurma kararı aldırmış o nedenle…
- E ne yapacağız şimdi?
- Ya gümrükte imha edilecek, ya da geri alacağız malları.
- …….
Ve umarım ürünler gıda ya da kolay bozulan türde ürünler değildir. En azından geri alıp iç piyasada satabilirsiniz.
Bu diyalog hayali bir diyalog olarak tarafımızdan canlandırıldı. Ama inanın, bunlar ve üç aşağı beş yukarı benzerleri gerçekten var ve yaşandı.
İhracat için ürettiğiniz ürünün maliyeti, gönderimle ilgili lojistik ve gümrük masrafları, gümrükte yapılan işlemlerin ve muhtemel cezanın maliyeti, ürünlerin gümrükte kalması sırasında oluşan depolama maliyeti, geri almak için yapacağımız lojistik ve diğer masrafların hepsi size eksi yazacak.
Tabii bir de ürünün kendi değeri var. Bu kadar yolculuk ve bekleme nedeniyle hasar gören, kırılan dökülen ya da bozulan kısmı varsa o da bir maliyet kalemi sizin için.
Bunlar ölçebilecekleriniz. Bir de somut karşılığı olmayan ve insanı daha çok yaralayan kısmı var. O da kandırılmak olsa gerek. Belki aylarca hatta yıllardır ürünlerinize aracılık eden kişi ya da kurumun sizde yarattığı hayal kırıklığı. Bunun vereceği zararı ölçebilecek bir kurum ya da ölçü birimi maalesef yok. Ve maalesef yerine de yenisi kolayca konamıyor.
Kendi markanızla yabancı bir gümrükte taklitçi, korsan, dolandırıcı! gibi bazı sıfatların üstünüzde kalması.
Bir diğer konu da kaybettiğiniz pazar payı. Tekrar aynı coğrafyada var olmak isterseniz harcayacağınız çaba ve para…
Hepsi kaybettiğiniz paranın belki onda, belki de yüzde biri kadar bir kaynağı ayırmak istemediğiniz “basit bir marka tescili” yaptırmadığınız için…