Bugüne Ordulu bir işadamımızın bir “coin” markası ile ilgili yaptığı marka başvurusuna ilişkin başka bir işadamı ile mahkemelik olması haberi ile başladım.
Kısa bir süre önce günlük hayatımıza kavram olarak giren bu “coin”leri bu kadar çabuk benimsememiz ve hatta bununla ilgili olarak marka başvurusu yapıp bir de üzerine mahkemelik olmamız biz çılgın Türkler’in ne kadar girişimci olduğunun net bir kanıtı bence.
Ve bu süper bir şey ama keşke çılgın girişimciler olabildiğimiz kadar, girişebileceğimiz bazı alanları biz de yaratabilsek. Sınai mülkiyetle uzun zamandır ilgilenen biri olarak gözlemim şu: Özellikle batı kaynaklı bir fikir-kavram-düşünce gelişip ürüne dönüşüyor. Bu durum somut hale gelene kadar bir yandan da söz konusu gelişmenin yasal mevzuatı ortaya çıkıyor. Tüm dünyaya dağılıyor ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin çılgın girişimcileri de bundan faydalanmaya daha vahimi adapte olmaya çalışıyor.
Ama sorun şu ki, fikir-kavram ya da düşüncenin sahibi doğal olarak asıl kaymağın büyüğünü yiyor. Biz de çeşitli forumlarda ya da facebook gruplarında “Arkadaşlar Türkçe arama motoru yaptık ne dersiniz? Türk twitter’ını yazdık sizce tutar mı? Instagram’ın şeylisini yaptık fikir verin geliştirelim” gibi ölü doğan ve adı girişim olan bazı denemelere şahit oluyoruz.
İstisnalar var mı? Tabii ki var. Mesela Ekşisözlük, mesela Scorp..
Ama meşhur tespiti burada dile getirelim: İstisnalar kaideyi bozmaz.
Bizim ülke olarak dile getirenlerin bilgi düzeyine göre çeşitlenen ya bizden bişey olmaz ya da orta gelir tuzağından çıkmamız lazım gibi durumları aşmak için fikir-kavram-düşünce geliştirip bunun yasal mevzuatını da üretir hale gelmemiz lazım.
Ben açıkçası bizim gibi genetiğinde girişim olmayan ülkelerde (Bakınız ABD, Hollanda, İngiltere vb. ) bu gelişmeyi serbest piyasa koşullarının insafına terk etmenin doğru olmadığına inanıyorum. Yani fikir-kavram-düşünce her neyse, değeri varsa zaten o bir şekilde kafasını kaldırır ve değerini bulur fikri bana çok acımasız geliyor.
Çünkü fikir-kavram-düşünce üretmek emek ve sermaye gerektiriyor. Sonucu sanayi oluyor. Üretilmiş fikir-kavram-düşüncenin markasını tescil ettirip markanın asıl sahibinden para tırtıklarım belki diye düşünmek de rant yaratıyor ve sonucu balon oluyor.
Ne öneriyorsun kardeş derseniz, madde madde tartışmaya açayım.
- Bizim devletimizin oturup bu ülke için tercihli çalışma alanları belirlemesi lazım. Yani mesela biz ne konuda iyiyiz atıyorum; tekstil, yazılım, balıkçılık ya da her neyse. 8-10 adet böyle temel sektör seçip, bunların gelecekte dönüşeceği ürünleri odağa alarak alt sektörler seçilip ciddi bir üretim planı yapılmalı.
- Özellikle yüksek eğitimde bu konuları anlayıp, anlatabilecek öğretim elemanı kadrosu yaratılmalı.
- Bu alanlarla ilgili öğrenci olmak isteyenleri ciddi bir ön elemeye sokabilecek bir sınav sistemi oluşturulmalı
- Barajı geçen öğrencilerin burs, yurt dışı tecrübesi vs. gibi konularda %100 desteklenmesi ve belki %80’ine okul sonrası istihdam garantisi verilmeli. Ben bunu okuyorum ama bu ülkede nasıl iş bulacağım derdi olmamalı. (Arkadaşımın kuzeni genetik mühendisi, 3 dil biliyor ve 5 yıldır işsiz. Öğrencilere dil dersi vererek geçiniyor maalesef)
- Kıymeti kendinden menkul akademisyenler yaratmak yerine en azından doçent düzeyindeki öğretim görevlilerinin alanları ile ilgili sanayi kuruluşlarında part time ya da proje bazında çalışacağı, pratik hayatla ilgili sanayi tecrübesi elde edeceği bir ortam yaratılmalı. Adam 55 yaşında profesör, teoriyi yutmuş ama hayatı boyunca 2 gün bile bir fabrikada çalışmamış, bir eleman çalıştırmak ne demektir bilmiyor. Ama patronlara akıl vermeye çalışıyor daha doğrusu patronlar ondan akıl almaya çalışıyor. Patron bir, iki, 3. denemede ben profesörden daha iyi biliyorum niye bu kadar para veriyorum diyor. Ve meşhur akademi – sanayi işbirliği o işletme için sonsuza kadar bitiyor.
- Devlet ürettiği bütün teşvik, destek, vergi indirimi vb. ayrıcalıkları önüne gelen her girişim ve kişiye vermek yerine öncelikli sektörlerine dağıtacak. Ör: İsrail. 20-30 yıl önce “kilogramı 1.000 $’ın altında satış fiyatı olan hiçbir ürüne devlet desteği vermiyorum” dedi. Bugün İsrailli mobilya markası söyleyemezsiniz ama; dünyanın en büyük çip – bilgisayar parçası üreticileri ya da tıbbi cihaz üreticilerini arasında çok sayıda İsrailli firma var. Ya da Hindistan’ın yazılımda iyiyiz bir o tarafa dönelim diye yaptığı gibi.. Herkese eşit destek, kimseye destek vermemektir.
- Az bürokrasi ama çok kontrol ve adil denetim… Gerçi hayatın her alanı için geçerli ama girişimci, mucit gibi ekstra bir şey yapan insanlar daha kırılgan ve duygusaldır. Bu insanları devlet daireleri arasında masa tenisi topuna çevirmemek lazım. Belki daha önemlisi hak edeni kaşına gözüne bakmadan sınırsız desteklemek lazım. Ama bilmem neyin genel müdürünün kuzeninin şirketi batak iken hala kredi alabiliyorsa, bu sistem patlar.
- Bankalar ve diğer finans kurumlarından duygusal bakmalarını ve bir projeye inanıp para vermelerini beklememek lazım. Onların odağında kar vardır. Oysa girişimci dediğiniz insan – evet zengin de olmak ister- ama en azından erken safhalarda temel amacı başarılı olmaktır. Bu insanları banka – finans kurumu ile muhatap etmek yerine sosyal içerikli, olaya başka türlü bakabilen bazı fonlama yöntemleri üretilmeli. “Sen harca, faturaları topla bu arada bütün vergileri de sıradan adamlarla aynı oranda öde, sonra biz sana belli bir %’sini vereceğiz” bence teşvik değil, “kalan sağlar bizimdir” deyişinin uygulamadaki halidir.
- Birbirine benzer alt alanlarda çalışan özellikle kobi düzeyindeki firma ve girişimleri, kaynaklarını ortak kullanabileceği şekilde fiziki olarak yakınlaştırabilecek altyapılar üretilmeli. En basitinden tek tek bombi – merkezi ısıtma faturaları arasındaki farkları düşünün. Aynı bile olsa verimi düşünün..
- Benim en çok güldüğüm ve bence en kritik olan maddelerden biri de Ar-Ge adı verilen departmanların yaptıkları iş sonucunda bir patent hedefi taşımamaları. Çok komik geliyor bana. O zaman neden Ar-Ge yapıyorsun kardeşim diyorum. Bunun mutlaka üst bir otorite tarafından denetlenmesi lazım. Bir firma, bir girişim, bir üniversite “ben Ar-Ge yapıyorum” diyorsa; iki tarafın da (Kamu otoritesi ve girişimci) zaman ve kaynak tüketimi üzerinde mutabık kalacağı belli bir plan üzerinde anlaşarak yaptığı çalışma sonucu patent üretmek zorunda olduğunu bilmelidir. Bunu yapabilmek için de önce çalışma alanında durumun ne olduğunu bilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde zaten yapılmış bir şeyi bulmak için yıllar ve milyarlar harcanmakta.
Azzzzzzzzzz sonra yazı bitiyor değerli okuyucular diyerek araya reklam alıyorum 😊
Biz de patent vekili olarak bu noktada devreye giriyoruz işte. Bize bilgi@interpatent.com.tr ’ den ulaşın, dünyanın teknolojisini ayağınıza getirelim.
Umarım sizler de bazı maddeler eklersiniz ve birlikte zaman içinde bir kalkınma manifestosu yazarız. Aksi taktirde daha çok Apple bilmem kaç milyar dolar kar etti haberi okuruz. Üstelik Türkiye Avrupa’da 120 bin küsür ile en çok marka başvurusu yapılan ülke olmasına rağmen, bir tane dünya markası çıkaramamışken…