Bir süredir küresel ticaretle ilgili olarak yapılan tüm projeksiyonlarda 2030’dan önce Çin’in ABD’i geçerek dünyanın en büyük ekonomik gücü olacağı öngörülüyor.
Gerçekleşme böyle mi olacak, göreceğiz ama bir gerçek var ki, o da Çin’in aldığı inanılmaz mesafe. 80’ler hatta 90’lar boyunca uluslar arası alanda doğru düzgün hiçbir ürünü bulunmayan Çin, 2000’ler itibariyle bir anda sandığını açıp çeyizini ortaya çıkarttı.
Bugün dünyanın en büyük 3 bankasından biri ICBC, en yaygın sosyal medya uygulamalarından biri Tik Tok, en fazla satış yapan mobil telefonlardan biri Huawei Çin menşeli. Başka pek çok ürün, sektörde de durum farklı değil.
Bunlara ek olarak “dünyanın en çok..” konularından biri daha var Çin’e ait. O da ABD üniversitelerinde en çok yüksek lisans ve doktora yapan öğrenci Çinli. İşte bu hemen her şeyin başlangıç noktası oldu. Elbette planlı ekonomi, neredeyse sınırsız doğal kaynak, doğru öncelik seçimi, nüfus vb. pek çok faktör Çin kalkınmasında yer kaplıyor.
Ama belki bunların tamamından daha önemli ve kıymetli olan, Çin’in “Batıdan” yaptığı teknoloji transferidir. Bu transfer önce var olanın alınması daha sonra da bunun üzerine Çin’de yapılan katkı olarak 2 aşamada gerçekleşti. Tıpkı Japonya gibi; Çin de önce ucuza taklit yaptı, sonra daha iyisini orijinal olarak üretti. Bakın patent meselesinde denge nasıl değişmiş…
Bugün sadece telefonda Huawei, Xiaomi, Oppo gibi 3 tane milyar dolar sınırında olan yüz milyonlarca dolar değerinde markanın sahibi bir ülkeden bahsediyoruz.
Pek çok konu, bu başarı için sebep olarak gösterilebilir. Ancak bu başarının asıl kahramanları önceliklendirme, yetişmiş insan kaynağı, Ar – Ge ve patenttir.
Yaşadığımız sistemde dünyanın küresel ticareti önündeki tüm engellerin kaldırılması sonucu da tek geçer akçe “marka”dır. Markaya da en büyük değeri katan arkasındaki fikri mülkiyet yani tasarım, patent, telif vb. çabalardır.
Uluslar arası marka başvuruları sayısına bakıldığında, Çin’in hala alacağı mesafe olduğunu görebiliriz.
