Ne Dilediğimize Dikkat Edelim, Gerçek Olabilir

Açıkçası Corona odaklı gündemden biz de sıkıldık ancak maalesef öylesine büyük bir sorunla karşı karşıya ki dünya, ister istemez her cümle her tespit bir ucundan bu illete dokunmadan geçemiyor. Bu nedenle biz de bu konudan uzak kalamıyoruz.

Şu aralar içinde bizim de olduğumuz ülkeler birer birer “normalleşme” ya da “normal hayata” dönme takvimleri açıklıyorlar. İtalya okulları açacak, Almanya’da fabrikalar tam vardiyaya dönecek, ülkemizde de AVM’ler, berber ve kuaförlerin 11 Mayıs’ta açılmasına dönük bir karar açıklandı.

Bu ve benzeri her karar, her haber içinde “normalleşme” ya da “normale dönme” şeklinde ifade edilen bir kavramı içinde barındırıyor.

Galiba burada kastedilen “normal” eskiye dönmek demek…

Mesela hayali bir anket yapsak da dünyadaki 7 milyar insana sorsak, örneğin “1 Aralık 2019 (Corona meselesinin ilk kez Çin’de ortaya çıkmadan önceki bir tarih olsun) gününe dönmek ister misiniz?” diye sorsak. Sizce %’de kaç evet cevabı çıkar? Bizce anket sonucunda %50’nin epeyce üzerinde dönmek isteyen olduğunu görürdük.

Burada sorulacak soru şu: O dönmek istediğiniz “eski” ya da “normal” değil mi bizi şu anda yaşanan bu duruma getiren?

O halde ne istediğimize dikkat etsek iyi olur, gerçekleşme ihtimali de var!

Amacımız kimseyi korkutmak değil ama sadece bu Corona – Covit ailesinde onlarca üye var. Her an bu ailenin haşarı bir çocuğu bize yeniden hayatı dar edebilir.

Bu virüsün laboratuvarda insan eliyle üretilmediğine inanan gruptaysanız eğer, size başka türlü bir şekilde yine de bu virüsün insan eliyle üretildiğini söyleyelim. Bu başka şekil doğayı acımasızca yok ederek kurulan yaşam, insan hayatının bir füze kadar etmediği değerler sistemi ve %1’in dünyadaki servetin %44’üne sahip olduğu durumdan ibaret. Listeyi uzatmak mümkün.

Aslında bu ve benzeri “normal” düzenimizin sonuçlarının tamamını bir metin olarak birine okusanız ya da film haline getirip gösterseniz, karşınızdakinin bu nasıl bir şey diyeceği durumu, biz yüzlerce yıldır yaşıyoruz.

Yeni normalimizin eski normal olmaması gerektiği ve sürdürülemez olduğu çok net ortada. Ancak ortada olan bir net konu da, eski normalin bu hale gelmesine yol açan lider takımı ve sürdürdükleri akla zarar mantık tamamen değişmediği sürece yerkürede hiçbir şeyin de değişmeyeceğidir.

Biraz da bundan sonra pazarlama – fikri mülkiyet alanında neler olmalı kısmına bakalım.

Özellikle endüstriyel tasarımın gündemine girmesi gereken ve bizce Pİ sayısı gibi değişmez sabit bir kural olmalı: Doğa rağmen ya da doğa ile çelişiyor mu şeklinde ifade edilebilir.

Sanki bizce artık üretilecek her endüstriyel tasarımla ilgili tasarımcının kafasında +1 soru daha olmalı: Tasarımım doğa ile uyumlu mu ya da doğa ile çelişiyor mu? Yalnız görsel ya da fonksiyon açısından değil, malzeme açısından da düşünülmeli konu.

Unutmayalım biz bu virüs işinden kurtulduktan “10 dakika sonra” gündemimiz iklim değişikliği olmalı. Ve maalesef iklim değişikliği sorunundan evimize sığınıp, siparişi kurye-kargoculara vererek kurtulamayacağız. Açlık ve susuzluk tarih derslerinde 2 satır gördüğümüz kavimler göçünün kat be kat fazlasını bize canlı olarak yaşatacak.

Eğer 7 milyar insanın her biri standart bir Amerikalı kadar tüketse, bize şu anda 8 tane daha Dünya gezegeni gerekiyor. Kaynaklar kıt, nüfus fazla. Komplo teorilerindeki savlar gerçekleşmez ve birden bire nüfus yarıya ya da üçte bire düşmezse başımız dertte. Yapılacak bir tek şey var, tüketimi bir şekilde düzene sokmak. Kısmak falan demiyoruz. Ama neuromarketing numaraları ile nefisleri azdırıp, zorla tüketim hissi üretmekten bahsediyoruz.

Yani insan ırkı olarak kızgın kumlardan serin sulara atlamadan da dondurma yiyebiliriz.

Bu da kuvvetle muhtemel marka sayılarının azalması, daha önceden tescil edilmiş ve üzerine yatırım yapılmış markaların daha güçlenmesi demek. Hali hazırda tescilli markanız varsa en kısa sürede bir uzmanla plan yapıp gereken yatırımları yapmanızı, tescilli markanız yoksa da biz ve bizim gibi vekiller ile temasa geçip bir an önce markanızı tescille koruma altına almanızı öneririz.

Gelelim patent ve icat meselesine. Bugüne kadar hep beraber çok güldük, çok eğlendik ama artık gezegene çalışma vakti.

Elbette siyasetten ya da ekonomik sistemden ayrı düşünülemez ama; artık dünya teknoloji ve icat kapasitesinin yavaş yavaş daha fazla birlikte çalışıp ticari üründen daha fazla yarın ticari ürün satacak gezegeni ayakta tutmaya dönük anlamlar taşıyan kolektif akıl ürünü icatlar ve patentler üretilmeli.

En yakıcı meselemiz, insanlık olarak ilk sınavımız Covit-19 aşısı…

Şimdi soru şu: Aşıyı ilk üreten zengin mi olacak? Mesela insanlık olarak bu pandemiden çıkarttığımız sonuç bu mu olacak?

Kuralları kanla yazılmış aşı üretim prosedürleri yerle bir edilip X firması 3 ay sonra önümüze aşıyı koyduğunda; borsanın yıldızı mı olacak?  CEO  hasılattan alacağı primle! Yeni Zelanda’da sığınak yaptırmaya mı gidecek, yoksa bu aşı dünyanın ortak mirası olarak ( Bulanın, bulunması için çalışan herkesin ve bu ortamı yaratan kurumun her masrafı karşılandıktan sonrasından bahsediyoruz tabii ki) ihtiyacı olan her bir bireyin rahatça ulaşacağı şekilde dağılacak mı?

Burada yeri gelmişken çocuk felci ve menenjit için aşılar geliştiren, neden buluşlarına patent almadıkları sorulduğunda “Çocukların hayatı üzerinden para kazanmaktan utanç duyarım “ ve “Güneşe patent alabilir misiniz?” diyen büyük doktorlar John Robbins ve Jonas Salk’ı saygıyla anıyoruz.

İhtiyacımız olan bakış, yaklaşım açımız ve “yeni normalimiz” bu olmalı.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Facebook

LinkedId