Geleneksel olarak bir yılın bittiği yenisinin başladığı günlerde gerek kişiler gerekse şirketler bir muhasebeye otururlar. Gelinen nokta ile ilgili tespitler yapılır, artılar eksiler masaya yatırılır. Nerede hata yapıldı, neler doğruydu ve sürdürülmesi gerekir buna bakılır.
Kaçınılmaz olarak da bazı kararlar alınır. Kimisi hakikaten yıl boyunca uygulanır, kimi de benim spora başlamam gibi, 3 ocak günü sona erer ve her şey kendi akışına geri döner.
Bu bakımdan bizim de yılsonu nedeniyle sınai mülkiyet istatistikleri üzerinden geçmiş yıl ve yılları değerlendirmemiz, önümüzdeki yıldan beklentilerimizi sıralamamız adetten oldu.
Önce marka tescil başvuruları açısından durum ;
Bizim bu tablodan gördüğümüz sınai mülkiyet ötesinde biraz pazarlama ile ilgili. Pek çok uzmanın üzerinde mutabık kaldığı ve ekonomik verilerin bize gösterdiği üzere 2019 yılı çeşitli nedenlerle iç tüketimin çok da artamadığı ve özellikle firmaların karlılıklarının çok düştüğü bir yıl oldu.
Yüksek enflasyon ve 2018’den devralınan yüksek kur seviyeleri ister istemez bir zam dalgasına bu da tüketimde düşüşe yol açtı.
Bu noktada girişimcilerin aslında isabetli ama eksik bir şekilde “marka” ya sarıldıkları bir yıl oldu. 80’lerin 2. Yarısından itibaren geçtiğimiz serbest Pazar ve liberal ekonomi modeli beraberinde sihirli bir kavramı hayatımıza soktu: Marka
Özellikle 2000’li yıllardan itibaren internetin dönüştürücü etkisi, iş yapış biçimlerini de etkiledi. Ticaretin önemli bir kısmı halen eski yöntemlerle sürse de yadsınamaz bir internet gerçeği var.
Girişimciler de giderek daha fazla oranda şanslarını internet üzerinden denemeyi uygun buldular. Birkaç yıldır geleneksel %5 büyüme oranlarını yakalayamayan ülkemiz de yükselen kurun etkisi ve azalan karlar nedeniyle aslında ilk adımdan itibaren kurgulamaları gereken marka süreçlerine daha fazla sarılmak zorunda kaldılar.
Bize göre pek çok ekonomik verinin değişmediği ya da azaldığı 2019’da marka başvurularının önemli bir oranda artmasının da temel sebeplerinden biri bu oldu. 2019’da girişimciler karları artırmak ve tutunmak için markaya yöneldiler. Yine aynı yıl içinde daralan iç piyasa nedeniyle daha fazla yurt dışına yönelen girişim olduğunu gördük.
Sermaye çıkışlarındaki artışa ve yeni yatırım miktarlarının düşmesine rağmen yurt dışından gelen başvurularda ise azalma olmadı aksine az da olsa bir atış var. Bu da bize göre yaşadığımız tüm ekonomik sıkıntılara rağmen, yurt dışından da ülkemize dönük bir beklenti olduğu ve halen Türkiye’nin büyük bir “Pazar” olması durumunda çok da bir değişikliğin olmadığını düşündürüyor.
Patent Başvuruları:
Patent başvurularına baktığımızda ise yurt dışından ülkemize olan ilgi noktasında söyleyebileceklerimiz marka konusunda anlattıklarımızdan farklı değil. Şu ana kadar ne olursa olsun, Türkiye halen patent başvurularının yapılması gereken büyük bir pazar ve bu “Pazar” fikri mülkiyet sermayesinin korunması anlamında hala önemli. Burada çok çarpıcı bir rakam var. O da Çin’den ülkemize yapılan patent başvuru sayısı. Çin’den ülkemize 2010 – 2019 arası yapılan patent başvuru sayısı neredeyse 10 katına çıkmış. Bu Çin’in ekonomik atılımının genel yansımalarından biri olarak görünebilir. Ama bizce bir kuşak – bir yol adı verilen modern İpekyolu projesi kapsamında Türkiye’nin yerinin de ne kadar kritik olduğunu ortaya koyuyor. Bu projenin geçtiği diğer yerlerde bu oran 3,5 kat civarı.
Az önce marka ile ilgili istatistikleri değerlendirirken “azalan kar oranları”ndan bahsettik. İşte bir vekil firma olarak biz bu azalan kar oranlarını, bir türlü radikal şekilde artmayan patent başvuru sayılarına bağlıyoruz. Evet iş modeliniz çok iyi olabilir, evet pazarlamayı çok iyi kullanabilirsiniz, evet finansı da iyi yönetebilirsiniz ama sıçramak için hakikaten katma değeri olan bir şeyler yapmalısınız. Yani patente değer bir şeyler.
Maalesef bu noktada halen taşıdığımız potansiyelin çok gerisindeyiz.
Mühendislik eğitimimizin yetersizliği, sermaye birikimimizin olmaması, vekillere çantacı muamelesi yapmamız, Ar-Ge yerine Çal-Ge’yi olumlayan ve destekleyen bakış açımız, “icat çıkarma”cı geleneklerimiz, girişim sermayesi konusunda hem finans hem de hukuki altyapımızın eksikliği bu potansiyeli kullanamamamıza sebep olarak bir çırpıda sayılabilir.
Biz açıkçası yerli mal kavramının üzerine yapışan olumsuz hislerin giderilmesi konusunda da resmi bir algı yönetiminin uygulanmamasını da etken olarak görüyoruz. Bugün tamamen aynı fiyata aynı özellikte 2 örneğin cep telefonu arasında genellikle yabancı olan tercih ediliyor. Bu bir günde tesadüfen kırılacak bir algı değil. Bilinçli bir çalışma yapılması lazım. Belki sorsanız girişimciler de net olarak bunu anlatamazlar ama bazı konularda gerçek manada Ar-Ge sonucu ürünün ortaya çıkmama sebebinin arka planında bu psikoloji var. Nasılsa yeterince satılmaz neden uğraşayım… Çin’den, Almanya’dan, Amerika’dan getirteyim başım ağrımasın olarak özetleyebiliriz bu durumu.
Tabii burada kılcal damarlara inersek, ülkemizde yapılan yerli patent başvurularının kalitesi meselesi de var. Yani ismi patent başvurusu olan bir başvuru var ortada ama, “patent” kavramı ile ne kadar örtüştüğü de tartışılır. Bu bambaşka bir yazı konusu.
Son bir nokta da başvuru – tescil oranına dair. 2018 yılında yapılan yaklaşık 5.800 yerli patent başvurusuna karşılık 2.805 tescil var. Evet tescil süreci uzun aynı yıla bakmamak lazım vs. Ama ortada bir gerçek var: biz patent başvurusu yapmayı ve bunu takip etmeyi bilmiyoruz. Bilen vekillerden de destek almak istemiyoruz.
2020 için bir kehanette bulunmak gerekirse, açıkçası çok benzer bir yazıyı 31 Aralık 2020 günü de yazacağız gibi görünüyor. Umarız olumlu anlamda bir kırılma olur ve hem mesleğimiz hem de ülkemiz için kazanç dolu bir atılım yılı olur. Ama bilinçli Ar-Ge olmadan maalesef katma değer ortaya çıkmıyor…